“Zeynep Hanım, ölüm mesafesinde, iç ve dış
zamanlamalar isabetsiz.
Şaçlarınızı mora boyamak istiyorsanız, lütfen yapalım.”
Arkadaş kuaför müsün, vahiy misin! Heyallaam, ne
oluyo, nereye gidiyoruz, neyin içindeyim ben ya???
….................................................................
“Ablam okula gidiyor musun?”
“He gidiyorum abla”
Güzel kıvır siyah saçlarına dokunuyorum. Bir elimde Yiğit.
Takribi 10 yaşlarında. Yakışıklı. Temizcek.
“Karnım aç, bana para verir misin?”
“Vermem. Hangi okula gidiyorsun?”
“… ….. İlkokulu. Bana diyorlar ki, hafta sonu kağıtları
topla, 20 TL. Topluyorum. Hafta içi okulda idare ediyorum abla. Yetiyor zaten.”
Bembeyaz bir gülümseme.
“Şu kafeye gidelim, poğaça alalım kendimize, kabul
eder misin?”
“Olur”
“Üç poğaça, bir su”
“Çay vereyim mi?”
“Yok biz gideceğiz.”
Ben öyle dememişim sanki.
Çayı karton bardağa koyuyor, bu da benden olsun diyor
evimizin yanındaki kafedeki mülteci genç.
Bozmuyorum kendimi, 1 poğaça ve çayı gerimde
bırakıyor, Yiğit’e abiye kolay gelsin de diyorum.
Düşünceli Yiğit. Diyor belli belirsiz bir şey. Ayrılıyoruz
beyaz gülümsemeden.
Kaçmak, koşmak istiyor.
İzin veriyorum.
Kaçıp, koşayacağı bir yer olmadığını bildiğim için.
…...................................................................
Maslak’tan taksiye biniyorum 17.00 sularında.
Sıkıntı büyük. Trafikle eve varmam 20.00 suları.
Büyük yorgunum.
Sıkıntı bir toplantıdan, 35’lerinde bir kadın olarak,
derinliğini bilmediğim türlü kalın, ucundan alakasız adama, arge, fon, proje,
gelir bir şeyler anlatmışım. En ufağı 60. İnşaatçı, mali müşavir, hukukçu…konu ile bakkaldan daha alakasızlar. Ustelik yüksek ego ve banka bakiyelerinden oluşan
bakış açılarına 27 lerimde yaptığım, giriş, gelişme ve grafiklerle…20 dakkaya
sığdırarak…
“Abla” dedi.
“Seni metroya bırakacağım, daha erken gideceksin evine”
“Ama benim kartım yok.”
Yıkıldığım an…”Benim İstanbul kartım
yok, halim yok..metroya nasıl bineceğim.” Ağlayacağım.
Aslında metroya su kadar razı değilim. Yiğit’i bir an önce
bakıcı abladan almalıyım. Kadın sabahın köründe geliyor zaten. Bir de
mesai ile yedim kadını.
Cüzdanını çıkardı. Aynadan babacan gülümsedi. İçinden
bir kart çıkardı. Eliyle tozunu sildi. Fırt geriye uzattı.
“Bu ne?”
“Kart”
“Bunu bana mı vereceksiniz? "Ama sizin çocuğunuz yok
mu? Bunu bana vermeyin ne olur? Çocuk yok mu? Kartı çıkarmak zor, gerek yok
gerçekten, vıdı vıdı, bıdı bıdı……” (Ansız hediyeleri hayatta nereye koyacağımı
bilemem.)
“Abla al, çocuk yok, al dedim işte!” Aynada o beyaz
gülümseme, biraz yaşlı ya, azıcık sarıya karışmış bir aura, kahverengi, sarı,
beyaz karışık tam göremiyorum çok yorgunum.
“Gerçekten alayım mı?”
“Abla al, niye vereyim ki almayacaksan?”
Töbe yarabbim, vahiy misin abi sen, niye yapıyosun,
neden yapıyorsun, ne yapıyorsun!
“Çok sağolun, çok teşekkür ederim, iyi geçsin bu gününüz”
Koca beyaz gülümseme bana geçti.
Metrodaki deli sıyrik gülümsemeli, ağzından salya akan
kadın benim.
……………………….........................................
“Kovarım seni” kalın, hukukçu, baş yaşlı abi.
“Kızım biz senin ne yaptığını anlayamayacak mıyız!” “İyi bir ağzın, yaptigin ise inancın
var, ama eğer seni bu yüzden kovacağımızı düşüneceksen, seni şimdi kovacağım!”
“Gerçekten mi? Kovulmuyor muyum?”
“Gerçek tabi, şimdi gönül rahatlığı ile çık bu odadan. Unutma biz senin inandigin kisiyi kovmadık bu kurumdan, kendi isteği ile
bıraktı, bunu da unutma.”
“Tamam, sunumu size mi göndereyim?”
“He bana gönder” diyor, mali müşavir kalına bakıp,
babacan ve bilmediğim bir dilden gülüyor. Bordo biraz. Taksici abi gibi sarı ve
kahverenginin içindeki gibi beyaz ışımıyor.
Yine de seviniyor, şükürlerimi Mehmet’e ve ailemize getiriyorum.
Ama kalmıyorum.
Her ne pahasına olursa olsun, yerinde bırakmayı en iyi ben bildiğim için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder