14 Aralık 2019 Cumartesi

Ge-çiş-tir-me!



Ge-çiş-tir-me!

Lütfen.

Koşarken, birer birer yerine hızlıca koyup, diğerine yönelirken…

Ev, iş, çocuk, sağlık, türlü “meli malı” ların gerçek ve azımsanmayacak kutucuklarının arasında cilaladığın fiziksel, ruhsal ve düşünsel adelelerin,

On aslan gücündeyken…

Canımsın, elbette yerinde ve elinden geldiğiylesin.

Velev ki,

Bu kendinde bildiğin gündelik kuvvetli akış,

Tümü için, dipte titreştiğini değiştirmeyecek.

Değerli babam Nietszche’yle haddinden fazla zorlanarak büyütülmüş zihnimde çok kıymetli bir insanüstü lafı asılı durur.

“Gönlünün başkaları için tehi gibi aktığı zamanlara dikkat et, varoluşun ve aslının özü budur”

………………..


Sen açlık sınırında yaşa, yerim senin Niçe’ ni diyenlerle 20’li yaşlarımda biraz vakit geçirdim.

Çocuk topladım sokaktan.

Aslında sokağa düşmek isteyen ruhumun neyle karşılaşacağını, korunaklı bir yerden anlamak isteyen az cesur, okumuş, güya sosyal sorumlu bilimcisiyle.

Gecenin ikisinde, Taksim’deki arka sokaklardaki büyük çöp kutularını açtım.

Dibinden 7-10 yaş arası kız çocukları çıktı.

Asla yatakhaneye götüremeyeceğin, asla o çöpten çıkaramayacağın.

Senin güler yüzlü, tatlı, okumuş, bok püsür yüzüne inanmamayı daha 7’sinde öğrenmiş,

Tacize uğramamak için, üst üste çöp kutusunda yatmayı kendine yaşamanın birinci kuralı edinmiş, gerçek, zifir gözlü kız çocukları…

Çektiği balinin kafasını uyuşturduğu, sonra da yaktığı sigaradan boynu alev almış, birinci derece yanıklarını eşofmanın yakası ile kapayan 10-12 yaşlarındaki erkek çocukları…

Bir gece 3’te biten sokak çalışması…

Sen yanımda olursan, utanırlar (erkek olan çocuklar), karşı koyamazlar, yatakhaneye daha kolay toplarız demişti.

Geriden izliyordu.

Hakikaten, uyuşturucu almış bir ruhu zapt etmek alışılmışın dışında bir tezahür gerektirebilirmiş.

20’ li bir cesurdum.

Doğrudan yanlarına gidiyor, tüm şirinliğimi kullanıyor ve yatakhaneye ikna ediyordum.

Gerisi fiziksel bir zapt etme.

 Ama en azından gece yatakhaneydi. Güvenli, en azından korunaklı diye düşünüyordum.

O geriden izleyen gözün, gece dört civarı verdiğim canhıraşın berisinde göğsümü ellemenin anını biriktirdiğini anlamam, daha doğrusu anlatılmam,

Bir kurşun gibi kaçmayı öğretti bana,

Çöp kutusundan çıkarmaya hiçbir şekilde ikna edemediğim o zifir gözlü üst üste yatan kız çocukları gibi.

İçinde uyuyacak bir evim olmasına o gece şükretmeye söz verdim.

Sürdü yani, ben bir şey yapmadım,

İçinde yaşadığım evde uyanmak ve şükretmek için.

Ge-çiş-tir-me!

Lütfen.

“Gönlünün başkaları için tehi gibi aktığı zamanlara dikkat et, varoluşun ve aslının özü budur”

6 Aralık 2019 Cuma

Gündelik Vahiyler



“Zeynep Hanım, ölüm mesafesinde, iç ve dış zamanlamalar isabetsiz.

Şaçlarınızı mora boyamak istiyorsanız, lütfen yapalım.”

Arkadaş kuaför müsün, vahiy misin! Heyallaam, ne oluyo, nereye gidiyoruz, neyin içindeyim ben ya???
….................................................................

“Ablam okula gidiyor musun?”

“He gidiyorum abla”

Güzel kıvır siyah saçlarına dokunuyorum. Bir elimde Yiğit. Takribi 10 yaşlarında. Yakışıklı. Temizcek.

“Karnım aç, bana para verir misin?”

“Vermem. Hangi okula gidiyorsun?”

“… ….. İlkokulu. Bana diyorlar ki, hafta sonu kağıtları topla, 20 TL. Topluyorum. Hafta içi okulda idare ediyorum abla. Yetiyor zaten.”

Bembeyaz bir gülümseme.

“Şu kafeye gidelim, poğaça alalım kendimize, kabul eder misin?”
“Olur”
“Üç poğaça, bir su”
“Çay vereyim mi?”
“Yok biz gideceğiz.”

Ben öyle dememişim sanki.

Çayı karton bardağa koyuyor, bu da benden olsun diyor evimizin yanındaki kafedeki mülteci genç.

Bozmuyorum kendimi, 1 poğaça ve çayı gerimde bırakıyor, Yiğit’e abiye kolay gelsin de diyorum.

Düşünceli Yiğit. Diyor belli belirsiz bir şey. Ayrılıyoruz beyaz gülümsemeden.
Kaçmak, koşmak istiyor.

İzin veriyorum.
Kaçıp, koşayacağı bir yer olmadığını bildiğim için.

…...................................................................

Maslak’tan taksiye biniyorum 17.00 sularında.
Sıkıntı büyük. Trafikle eve varmam 20.00 suları.
Büyük yorgunum.

Sıkıntı bir toplantıdan, 35’lerinde bir kadın olarak, derinliğini bilmediğim türlü kalın, ucundan alakasız adama, arge, fon, proje, gelir bir şeyler anlatmışım. En ufağı 60. İnşaatçı, mali müşavir, hukukçu…konu ile bakkaldan daha alakasızlar. Ustelik yüksek ego ve banka bakiyelerinden oluşan bakış açılarına 27 lerimde yaptığım, giriş, gelişme ve grafiklerle…20 dakkaya sığdırarak…

“Abla” dedi.

“Seni metroya bırakacağım, daha erken gideceksin evine”

“Ama benim kartım yok.” 

Yıkıldığım an…”Benim İstanbul kartım yok, halim yok..metroya nasıl bineceğim.” Ağlayacağım.

Aslında metroya su kadar razı değilim. Yiğit’i bir an önce bakıcı abladan almalıyım. Kadın sabahın köründe geliyor zaten. Bir de mesai ile yedim kadını.

Cüzdanını çıkardı. Aynadan babacan gülümsedi. İçinden bir kart çıkardı. Eliyle tozunu sildi. Fırt geriye uzattı.

“Bu ne?”
“Kart”
“Bunu bana mı vereceksiniz? "Ama sizin çocuğunuz yok mu? Bunu bana vermeyin ne olur? Çocuk yok mu? Kartı çıkarmak zor, gerek yok gerçekten, vıdı vıdı, bıdı bıdı……” (Ansız hediyeleri hayatta nereye koyacağımı bilemem.)

“Abla al, çocuk yok, al dedim işte!” Aynada o beyaz gülümseme, biraz yaşlı ya, azıcık sarıya karışmış bir aura, kahverengi, sarı, beyaz karışık tam göremiyorum çok yorgunum.

“Gerçekten alayım mı?”
“Abla al, niye vereyim ki almayacaksan?”

Töbe yarabbim, vahiy misin abi sen, niye yapıyosun, neden yapıyorsun, ne yapıyorsun!

“Çok sağolun, çok teşekkür ederim, iyi geçsin bu gününüz”

Koca beyaz gülümseme bana geçti.
Metrodaki deli sıyrik gülümsemeli, ağzından salya akan kadın benim.
……………………….........................................

“Kovarım seni” kalın, hukukçu, baş yaşlı abi. 

“Kızım biz senin ne yaptığını anlayamayacak mıyız!”  “İyi bir ağzın, yaptigin ise inancın var, ama eğer seni bu yüzden kovacağımızı düşüneceksen, seni şimdi kovacağım!”

“Gerçekten mi? Kovulmuyor muyum?”

“Gerçek tabi, şimdi gönül rahatlığı ile çık bu odadan. Unutma biz senin inandigin kisiyi kovmadık bu kurumdan, kendi isteği ile bıraktı, bunu da unutma.”

“Tamam, sunumu size mi göndereyim?”

“He bana gönder” diyor, mali müşavir kalına bakıp, babacan ve bilmediğim bir dilden gülüyor. Bordo biraz. Taksici abi gibi sarı ve kahverenginin içindeki gibi beyaz ışımıyor.

Yine de seviniyor, şükürlerimi Mehmet’e ve ailemize getiriyorum.

Ama kalmıyorum.
Her ne pahasına olursa olsun, yerinde bırakmayı en iyi ben bildiğim için.



Şiyir

Karşılaşmak neden naif?

Bir şiir ve matematik problemi arasındaki farkı düzleyen aşk,

Neden etin ete karşı koyamaması ile kıvamlandırılır?

Kadın, erkek ve çocuğun türlü coğrafyalarında gezerken, zamanı aşkla uyuşturmanın kendime çokça dökülmediğini öğrendim.

Karşılaşmak yeterince büyük.

Toplamında barışcıl olmayan hiç bir şey orgazmı mümkün veya sürdürülebilir kılmaz benim için.

Adalet ve dürüstlüğüm budur.

19 Temmuz 2019 Cuma

Kadim konu?



Hepimizin evin çok namütenasip bir yerinde o siyah çorap tekiyle karşılaştığımız olmuştur.

Evliliğin ilk yıllarında yorgunluk cicimiyle tanımladığımız o ses, horlama değil çok rica ederim. Uyurken haykıran, ha şimdi boğulup ölecek diye canhıraş dürttüğümüz tek canlıyı hepimiz tanıyoruz.

Bi de bunların ini var. Stresleri büyük. O indeyken eser miktarda rahatsız etmek lazım. Çıktıklarında konuşurlar ama. Sen beynini yememiş, saçlarını yolmamışın gibi, "bi şey yok ya, iyiyim, nooldu ki" derler sakince senin ağzının kenarında salya akıp, gözün seyirirken.

En sorumluluk sahiplerinin bile tuvaletin kenarlarını fırçaladığı, çamaşır suyu ile duş teknesini ovduğu, yerlerdeki saçları tuvalet kağıdıyla alıverme güdüsüne sahip olduğu görülmemiştir.

Çocuğun ateşi için dereceye bağımlılıklarını aşmaları takribi çocuğun ergenliğine tekabül eder.

Siyah hırkamı getirsene dediğinde,"nerdeee!" sorusunun ardından iki güzergah sorusu daha sorması kaçınılmaz, üçüncüden sonra sen yüzünü gözünü yamulttuğunda pek kırılan masum gen kimlerdedir?

Uzun yolda araba kullanırken es kaza aman bir uyuma! Loeb, Bond kırması tuhaf hipnotize bakış hoş geldin!

Evet her şeyi biz biliriz. (Tek sevdiğim biz yaratma konusu😊)

Ekipleri de yönetir, nazik nazik iş de bitirir, eve geldiğimizde topuklumuzu atıverir, 1.5 TL lik patatesi de akşam pazarında yakalayıveririz.

Bir gözümüzle film seyreder, diğeriyle çocuğun elindeki çakmağı anında görür, aynı anda oje sürer, ayağımızla da hafif hafif sizin bacağınızı okşarız. Bu sırada da çamaşırın bitmesine 7 dk., çocuğun uyumasına 35 dk., ananenin aranmasına 22 saat kalmış, yarın iş görüşmesi için sizin giyeceğiniz kıyafete karar verilmiş, atılacak ilk mail belli olmuş, kart ödemelerinin ardından kalması muhtemel paranın akıbetine karar verilmiş, cumartesi arkadaş toplantısında hazırlanacak menü kafada oturtulmuş, uykudan önce kalabilecek 15 dk. da Murakami mi okunacak,  Trendyol’dan çocuğa indirimli mont mu bakılacak karar verilmiştir.

Biz iletişir ve planlarız.

Siz yaşar ve duruma bakmayı tercih edersiniz.

Bizde ardı ardına olur.

Sizde aşama aşama ve zamanla.

Bütün bunlar neşemden kadim ırkım, neşemden😊

Az çekilir nane miyiz biz evde? Bir tafralar bir tafralar!

Arkadaş her şey bu kadar konuşulmak zorunda mıdır? Bi rahat ol.

He he bütün yük senin üstünde! Bir düşün yük olmadı mı sen nesin?

Konuşmuyormuş, ini varmış? Hacım senin de konuştuğun bi ton kankan var, kankan yoksa kuaförün var, kitapların var, öğrencin, şuyun buyun, bi şeyin var! Onlar da farketmez, ciddi, kesin kez, radikal bir geri çekilmen var! Ne farketti.

Siyah çorap bir şey mi, salon, mutfak hariç her yerde sütyenin var! Ah o küpeler, yüzükler, ne kadar yatay yüzey varsa, kıvır zıvır bir şeyin olmasa olmaz!

Tuvalet ok, ama bütün çöpleri kim atıyor kuzum? Horlamaya girmiyorum çünkü horlamayan kadın mevhumu külliyen yalan, sen de ben de biliyoruz.

Planla.
.
Ama hırpalama.

Derece mevzusu doğrudur, kuzum senin memen var, çocuğumu etinden anladığın için müteşekkirim, ama babalığın söndüreceği çok ateş olacaktır, bana güven, acele etme ne olur.

Yorulduğun doğrudur, ama ben söylemiyorsam, içimin paralanmadığı anlamına gelmez. Bir yerde emeğim büyük. Dön, düşün, kaldığın budur.

Kadim konuyu kaldıklarımızla düşünmekte büyük fayda var.

Kaldıklarımız…sanki tamamlandıklarımız?

Büyük değil mi?

29 Haziran 2019 Cumartesi

Kadın



Yardım ederek ölümsüzleştiğimizi fark eden oldu mu?

Her gün oradan geçerken görmeye ne kadar özen gösteriyoruz?

Akıl kolay.

Para. Güç. Sıralanır bunlar böyle. Kötü olmaya da gerek yok tersine sahip olmak için.

Almak bir seçimdir.

Kan çanağı olmuş kalbi görmek için, gözleri görmek şart mı?

Vermek sahiplenilmiş bir içgüdüdür.

Çay makinesini temizlerken, kalbinin yırtıla yırtıla ağladığını duymak için ses çıkarması gerekmiyor Semra Hanım’ın.

-Peki neyle geçiniyorsunuz? Size destek olan bir aileniz, yakınlarınız var mı?

-Düşenin dostu olur mu Zeynep Hanım?

Tertemiz, demir gibi, buz gibi suların üstünde yalnız, her bir kemiği çatır çatır kırıldığı halde, bembeyaz, efil efil gömleği ile ağzı burnu kan içinde, dimdik dikilen, özgürlük heykeli gibi asil, sakin… Semra hanım… çay makinesini usul usul temizliyor.

Hepimizin o çok önemli toplantılarda önemsizce içtiği çay bardaklarını durulayarak, özenle bulaşık makinesine yerleştiriyor. Sıkı sıkı ovuyor ruj ve kahve lekelerini.  Yöneticilerin istediği meyve tabağını hazırlarken, keskin keskin bakıyor bıçağa. Bileklerini elmayı doğradığı gibi maharetle tek celsede doğrayabilir. Sızı dolu, ağrı dolu, çaresizlikten duyarsızlaşmış kalbini sımsıkı kilitliyor yaptığı işle.

Ağrıyı emekle uyuşturanlardan.

Susuyor. Çalışıyor. Direniyor.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi 3. sınıf otomotiv mühendisliğinde okuyor bir oğlu. Diğeri de Marmara Üniversitesi elektrik bölümü 1. sınıf öğrencisi.

Yanında uyurken saçlarını uzaktan kokladığı, büyük oğlu ile yan yana yürürken uzaktan onları izlerken benzerliklerinden kalbinin genişlediği, geçmişini sahip çıkmışlığında temizlediği, başlangıcı ve sonu bellediği…1 gecede geçirdiği beyin kanamasından bedenine hapsolmuş, duyan gören ama felcin zindanında tek bir hareket ve kelam edemeyen ciğeri, kalbi, herşeyi..eşi.

-Anne yapabilmemiz lazım.

-Yaparız kızım. Konuşurum ben.

-Ama hemen yapabilir miyiz? Annecim olur mu ki Erkan’la Aygün’e? Bir şey bulsak, Allah’ ım bir şey bulsak?

-Aradım kızım. Nur Abla’na şartlı miras kalmış. Arkadaşı tüm mirasını ihtiyacı olan, okumak isteyen gençlere yönetimi Nur Ablan’da olmak kaydı ile bırakmış. Erkan’la Aygün’ü ekler misin ödeme listesine dedim, tek bir soru sormadı, hemen ekleyelim dedi.

Böyle oldu.

Kadının diğer kadına duyduğu bir hisle başladı.

Kadının diğer kadına duyduğu hisle, merhametle, onun adına kendinde hissettiği güçle, karşılıksız dirençle başlayacağını düşünüyorum ölümsüzlüğün.

Aşk değil.

Tutku değil.

Merhamet değil.

Akıl değil.

Bir kadının diğer kadına yardım etmesi ölümle barıştıracak insanlığı.

Her nasıl doğum saplanıyorsa rahmimizdeki halihazır ölüme.

....................................................................................................................


Parktaki cimlerin üzerine oturmuş, oynayan, mutlu çocuklarımızı seyrediyorduk.

Birbirinden güzel üç kadın susmuş, çok konuşmamış, birimizin getirdiği demli çayı akşam ezanından sonra ağır ağır yudumluyor, çocuklarımıza…aslında uzaklara bakan gözlerimizle, bağdaş kurmuş dizlerimizin birbirine değdiği yerden var olduğumuzu sonsuz güçle hissedip, konuşmayarak, dinlenerek, birbirimizin sessiz hareketlerinde birbirimizi gözlerimizle onaylayarak….havadan sudan…konuşmuyorduk.

Yorulduğumu söylemiştim.

Peki duygular nerede demiştim. Bazı şarkılar dinledim bugün. Değdi.

Değmeyi özledim demiştim. Çok açıklamadan.

Tutuşmayı değil.

Değmeyi özledim.

Ertesi gün cumaydı.

Gece 11 sularında eve döndüğümde üç haftadır saatlerimi yiyecek diye içimde büyüttüğüm, kadınlığımdan şüphelendiğim, kafamın arkasında biriktirdiğim milyonca ütüsüz gömlek, pantolon, elbise, Yiğit kıyafeti, kırışsız, tek celsede ütülü, yatağımın üzerinde, tüm dolaplarımda saçları örülmüş, tertemiz okul kıyafeti ile beni bekliyordu.

Hepsine şaşkın uzun uzun baktım.

Teker teker özenle mücevherler gibi askıya astım.

En az altı saat, Allah’ın sıcağında, sırf “yoruldum” lafımı hafifletmek, sırf “yorulduğumu” önemsediği için zamanını, terini, orada olmayı bana koşulsuz, sevdiği için, kendince vermeyi dilemiş Ayşe’yi sevdim her bir askıya astığım eşyada.

Korunmuş hissettim.

Biri bana en gerçek yerinden değdiği için.


15 Mart 2019 Cuma

Yapamayanlar



İkiyi çizemiyormuş. Kesme yapamıyormuş.

Sorduğumda, tercih edilen çocuk, ziyan olmaması gereken çocuk, enerjisini efektif kullanmak için mutlaka bi spor, efendim bi şey yazdırmak gereken çocuk! Evet yaramaz, ama o herşeyin farkında çocuk.

Ama kesme yapamadığı kağıtı höt diye çöpe attın...

Farkındaydın da, neden bu kadar inceliksiz davrandın?

Bu soruları öğretmenine sorarak, cevaplari Yiğit’e açıklayarak, anlatarak, rehberlik ederek, yapamayanları tanımlayabileceğimi düşünüyorum.

Hayatların tam bu anlardan başladığını düşünüyorum.

Oğluma baktığım gözlerimi tüm sevdiklerim için saklı tutuyorum.

-Sen solaksın, ikiyi bu tarafa doğru çizeceksin.

-Yapmıycam, sıkıldım.

-Tamam. O zaman 6 çizelim.

-Ne olacak 6 çizince?

(Ananın....! 4.5 yaşındasın, wifi nasıl işler diye soruyorsun, ölünce ne olduğunu saatlerce sorguluyorsun, uçan araba yapmanın zamanı geldiğini söylüyorsun, baban kürtçe küfrettiğinde  bana şikayet edebiliyorsun, küresel ısınmayı anlatabiliyorsun, do re mi fa’ yı tanıyorsun, sarılmayı, doyasıya öpmeyi biliyorsun, 2’yi çizmesen, s....oktan kağıdı kesmesen ne olur???)

Diyemiyorsun.

-Çizmek istemiyor musun?

-Yok. 

-Hııı, sokağa tebeşirle yazsak?

-Olabilir.

İşten geliyorum. Tiklenecek task'ım sokağa sayı  yazmak.

-İki çizelim.

-Tamam.

Oysa solak. Çiziyor iki gibi bir şey parkın betonuna. Allah yapamadı diyorum.

-Anne, bak bu soru işareti gibi oldu diyor. Gülüyor.

(Lan! Soru işaretini nereden biliyor, 2’yi çizdireceydik!)

Diyemiyorsun.

-Altına nokta koyarsan, evet soru işareti.

Gülümsüyorum. 

Noktayı koyuyor.

Gözlerime, kara zümrütleri ile ışıl ışıl bakıyor. Alış veriş mesafesi soluksuz kalıyor aramızda.

Koşup gidiyor sonra.

O mesafede tüm olanlara cesaretim var.

Yapamadıklarımız için acaba anamiz ve babamız ile aramızda olan bu mesafelere mi bi bakmak lazım?

Düğün



Avishai Cohen, Svensson Trio, pachelbel’s canon in d major ...girizgahı.

Tori‘mizin sorta fairytale’i, sirens’ı..

Ayşegül’ün durum leyla’sı...

Biraz iç çocuk sakinledi. Ateşi düştü.

“Birinin kim olduğunu mu merak ediyorsun, ona güç ver” demişti.

Büyük laflar etmeyi, içki içmeyi, kitapları, kadınları, cerrahi operasyonları severdi. Gündelik hayatta, sorumluluklarda, iletişimde, kabul etmekte kötüydü. İçini dışıyla dengeleyemiyordu. 

Komikti. Daha doğrusu komiklik yapmayı severdi.

Ben ellerini severdim. Sıcak, yumuşak ve şiirli.

30’lu yaşlarımda gördüğüm bir rüyada çok ağlamıştı. Ben böyleyim, seni biliyorum, yapamıyorum işte diye alnını alnıma dayayıp uzun süre sarsıla sarsıla ağlamıştı. Yapamadığını ilk defa şaşkınlıkla anlamıştım. Ben yapmadığını düşünmüştüm hep.

Benimle olmayı kendine, hayatına sığdıramadığını düşünüyorum. Bir hayatı oldu mu bilemiyorum.

En çok anlam veremediğim şeyler için kızdım ona. Kaybolmaktan sıkıldığım için. Naz yapmaya, şımarmaya, salmaya fırsatım olamadığı için.

Şimdi yaşamak için yapmayı bildiği en iyi şeyi yaptığı için kızamıyorum ona.

Tüm narsist patalojisinin altında iyi yürekli bir çocuğun burnunun kanadığını duyuyorum. 

Genlerimde akıyor yanlızlığı. Genetik bir yalnızlığa karşı durmak zorlu oldu. Mehmet ve Yiğit, ilgili yaşamsal fonksiyonlarıma ritmini vermeseydi uzun çizgi çok uzak değildi bence.

Umarım bu sefer yapabilir.

Bir kadını sevebilir.

Babam.
Evlendiğinde.