31 Aralık 2020 Perşembe

Yeni Yıl Dileği

 

Hayatın, şu uçsuz bucaksız varoluş veya zamanı içinde çok da bi bok ifade etmediğini,

Tatlı,

Zekasını dizginleyemeyerek, hissedegelmiş,

Sanat yapan, inşaat yapan, şunu bunu yapan tüm zaman titreştirebilenleri, birbirlerine bir yerde/bir zamanda göz kırpar.

Veya,

Şansları varsa birbirlerinin gözlerinin içine bakar.

Ona evrenin başka kapasiteleriyle ne deniyor öyle merak ediyorum ki?

……………..

Bu erkeklere yazık oluyor bazen.

Çünkü bacaklarımızın arasından bir nefes çıkıyor bizim. Tuhaf bir şey bu dahillik.

İnsan/hayvan ırkı için.

Büyük bir kitlesel bilinçaltı yatıyor bu zamanda sonlandırılmamızda sanki.

Doğurmuş ve/veya doğurabilir olanın ister istemez varoluşuna ne kazınıyor/kazınabilir ki bu kadar korkutucu?

Ki sonlandırılıyoruz.

Bu zamanda.

……………...

Yalnız, insan/hayvan olmayı sevmediğimi söyleyemeyeceğim.

O da benim kısıtlı zekam işte.

Versen…tek istediğim şey o gözlere bakmak….ne ise anlamı.

……………..

İfade etmek.

Ben Yiğit’e bir tek bunun zararsız bir yolunu bırakmayı diliyorum.


6 Kasım 2020 Cuma

Lay lay lom!

 

Günaydın.

Uyandığında izlemeyi sevdiklerim oldu.

Şanslıyım.

Her bir aşka, annem dahil…baktım.

Yiğit’in uzun…simsiyah kirpikleri yanaklarını gölgelerken…

Kıvrık…yukarı kaşına değdi..değecek…

Muhteşem kokulu bir nefes…

Minik bir burundan geniş açıda dağılarak simsiyah kirpikleri yalayan bir rüzgarın yukarı kıvırdığı kirpikler…

Ben bunların gerçek olduğunu hissetmek için hala dudaklarımın arasına alıyorum.

Memo’da Yiit’de bu tuhaf kontrole alışkın.

Sevdiğim bir mahallelim astrologtu.

Mahallemdeki mucizeyi tek değil çok sefer  ben gördüm. Kaç kişi mahallesine dikkat kesiliyor bilmem,bence kesilmek lazım:

Dedi ki:

Memo…önceki hayatında da oradaymış.

Bu işaret seyrek.

Ruh eşisiniz.

Memo…

Izdırabı hiç bir yük olmaksızın varlığımın bazı ilmiklerinde doğaçlama orada. Ben bir şey yapmadım.

Tüm acılarımın ötesiydi.

Benim babam bir şekil yoktu.

Onun babasının beyni ayaklarının arasından akmıştı.

Ben iki yıl sokağa çıkmamıştım.

O iki yıl yataktan çıkmamıştı.

Ben okuldan sonra tezgahtarlık yapmıştım….Unutmak…düşünmemek için.

O okuldan sonra muavinlik yapmıştı. Bilgisayar alabilmek için.

O yurtdışında yüksek lisans kazanmıştı. Ablası kanser olduğu için her şeyi iptal edip, ona bakmak için Kahramanmaraş’a taşındı ve saçlarını O’a vurdu.

Ben de yurtdışında yüksek lisans kazanmıştım. Babam iflas ettiği için beni bavulumu topladığım son gün gönderemeyeceğini açıkladı.

Bilet parası bile yoktu.

O zamanki erkek arkadaşım gitti.

Ben kaldım. O’ra vurduğum bayağı birşey oldu…somutlaşmasa da saçlarımda.

Ben bir şarkı söyledim.

Memo duydu.

Bi tek bu oldu aslında…inanmanın mümkün olmadığı bir şekilde.

Memo bilmiyorum neden peşimden İstanbul’a geldi.

Netti.

İlk telefon konuşmamızdan 6 ay sonra benimle evlendi.

İstememem bariyer değildi.

Telefon açmamam, kaçmam, ağlamam….

Son günden bir önceki gün Sevgi ile nasıl kaçabileceğimi planlıyordum.

Annem…”Mehmet çok iyi biri, sakın sapıtma! ” dedi kesin, net bi şekilde.

Evlendim.

Bayağı güzel bir gelindim bence.Kürtçe “eri” bile dedim gözünün içine bakarak evlilik memurunun.

……………………………….

Tüm nedensiz ağlamalarımda oradaydı.

Neden bilmiyorum etimi sevdi.

Öyle kıvır kıvır ve çok havalıyken değil.

Etken..kokuyken…oradayken…her ne isem…

Yeşil yeşil kusarken…çok zavallı bir halimde…hayatımda gördüğüm en gerçek,samimi, endişe eden gözler ile bana baktığı yerde.

Kokladı….ve etimi sevdi.

İlkelsek, böyle diyebiliriz.

Ben de çok sevdim onun etini.

Eti öğrenmeyi kimse bilmeyebilir…

Çokça kokladım.

Saçının kökünü..

Burnunun bittiği yerin kıvrımını…

Göğsündeki her bir bukleyi…

Sımcıcak ellerini, mükemmel olan veya olmayan tırnak diplerini…

Uyurken ağız kokusunu.

Çokça…bayağı bir izledim.

İlkel ve temizdi.

Çokça da IQ yüklüydü. Hikayesinin sonu götünün ucu ile mühendisti. O yokluğun içinden.

Her şeyin dışında benimle birleşiyordu.

Gözümün içine bakarak…

İlkelce…tüm ihtiyacıyla…özlemiyle..vahşiliğiyle…

Ama yine de tümden kendinden geçmeyerek…sımsıcak ellerimi tutarak…en ufak bir sesimde geri çekilerek…küçücük bir kızı kollayarak.

............

Bu şu!

Bu cenneti yine bu hayatımda bile  geri veremessem….????

Lafuguzaf

Neden kendime bozuğum bu akşam?

Benim ananeme (83) kimse fotoğraf yollamıyormuş.

Oysa en çok o uzun süre ve layıkıyla bakıyor vatsaptan gelen fotolara.

İki can dostum hasta…gece 3' te uyanıyorum son iki gündür..nedensiz.

Çok sigara içiyorum soğuk balkonda…nefes alıyorlar biliyorum…acaba alamayabilirler mi?

Alamazlarsa da çözüm var, orası kesin diyorum, yok canım diyorum, analitik uyuyorum.

Sikik, yoğun ötesi bi tempo alıyor beni gün içinde.

Örtüyorum tüm karşılaşmalarımı matematik ve netlik takıntısının peşinde amade…

Muhteşem kadınlar ve erkekler ile karşılaşılıyor insan iş yaparken…tüm garip, anlaması gereksizlerin yanında.

Çok uzun efor veriyorum bu görev takıklığından…

Oysa…

Ne için dünyada olduğunu bir anlamaya zaman ayırması gerekmiyor mu doğmuş olanın?

Doğmuş olan doğurmuşsa zorlu bir soru bu.

Şafak olsa, “ablam demek ki zamanı gelmemiş, öyle olsan, öyle olurdu zaten” derdi.

Kuzum.

Öyle olan çok şeye ragmen…öyle olması için nedense hiç bir şey yapmadığım bazı kritik şeyler var.

Bu şeyler için kısıtlı zaman kaldığını görüyorum bu gece.

Sözlerin ve olanın merhameti içime dikilenin gözlerini ehlileştirmiyor bu gece.

19 Temmuz 2020 Pazar

Cevap?


 “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.”

Murakami’nin her kitabının altyazısında geçer, zaman zaman söyler de.

Klişe ötesi…sıkıcı. He he!

Murakami arkadaşın ise iş değişiyor.

Çok sevdiğim dostlarım var.  Keza sizin de.

Artık bir şeyi tanımlamama ihtiyacı olmayan…bir ses tonundan… bir kelime bitiminden…neyin ters gittiğini anlayan,

Yıllar yılı orada olmasam da, vardığımda, o vardığında, hep aynı yerden başladığım…

Beni, türlü benlerden ayırıp, kapıdan içeri girerken paltosunu astığı gibi pıt diye, doğallıkla kendimi üstüme asan,

Bilge, neşeli, tedirgin, dünyalı, dolu, ışıklı, cesur, merhametengiz şeylere ilgi duyan, yazı seven, renk seven, kadın seven, tuhaf olabilirken ailesini tutabilen, dipte ve yüksekteyken de aynı iyi niyette kalabilen, misal dünya ile ilgili belli bir altyapısı olan dostlarım var.

İşte kelimeler, onların ağzından döküldüğünde doğrulaşır.

Uzunca bir sosyal bilim eğitimi almış biri olarak her türlü “dır” ve “dur” lu cümle bir giriş, gelişme, sonuç ve veriler içinde değilse, alerjili dahası ön yargılı biri olsam da,

Dostlarımın kesincelerine hizmet etmeyi bir ibadet sayarım.

Onlar istemişse, kusura veya her ne ise izin vermenin, beni hikayeme yakınlaştıracağına güvenirim.

Dostlarım bilir, klişe bir lafım vardır, “İnsan kusurludur. Şimdi beklediğimiz bu kusurlu şeyden bir tanrı yaratmak gibi geliyor bana. Dünyayı, önce odanı temizlediğinde kurtarabilirsin.”

Kusuru olmayan, dost olabilir mi?

Bir diple hasbıhal olmalı.

Bir takım çirkinlikler olmalı.

O çirkinliklerin içinde bir insan arzusu, bir dirilme merhameti…bir tuhaf sorular olmalı.

Kabul edemediğin bir şeyler olmalı…sanki.

………

Konu bana yakınlaşmak tabi ki değil.

Murakami’nin klişesinin nasıl kuyruk sokumumda tınladığını ifade etmek ana fikri icabınca,

Evet… hiç bir şey göründüğü gibi değil bence de.

Şahsiliklerimden dolayı hikaye anlatıcısına hayran olmamam ve takip etmemem mümkün değil.

Peki konuşan hayvan olan insanın, zamana borcu nasıl ödenebilir?

Bilim, sanat, varoluş, acı, kahır, mutlululuk, din, üreme, üretim, başarı, iktidar, güç istenci, para, işbirliği, barış, seks, aşk, büyü, üçüncü göz, aile, tarih yazmak, his…vb. konuşabilen hayvan için  zamanın ahir büyüklüğü, göreceliliği, insanın kusurlu özü( ileride kullanabileceğimiz zeka yüzdesinden gayrı), dünyanın  kıt kaynakları düşünüldüğünde ne içindir?

Yine ne klişe oldu.

Bir Murakami olmak için ise çok fırın ekmek yemek gerekli değil mi?

…………

İfade etmek zamana olan borcumuzdur.

İlla büyük şeylerden bahsetmiyorum.

İfade etmek için bilim, sanat, matematik (gözde terimi ile steam) yapacak verilerimiz (given basic substantials) olmadan da iz bırakmıyor muyuz sanılıyor?

Ne ile ifade edebileceksek ve eğer bir de uyanıksak, buna çalışmayan, yine yeniden çemberde olacak.

Benim kısa ve öz cehennemim budur.

Çünkü zaman neden lineer olsun? Sevgili tüm hevesleri uzamsal olan insan zekası, zamanı nereye kadar anlayabilsin?

Kusurlu varlığımla, ibadetim;

Konfora takılmış olanları bile dışlamayarak, gerçek hikâyelere cesaret edenleri, boyutu minnak ama zaman karşısında belki de zekâmızın almayacağı kadar sıçrak adımlara cesaret edebilenleri hoş görmek ve anlamaya çalışmak.

Çünkü insan olmak gerçekten kusurludur.

Neden bu kadar es geçiyoruz hiç anlamıyorum.

.….


İnsan ırkı için kritik soru:

“Ne ile ifade edebiliyorsun” olabilir mi?

Ortalama ömür olan 65 yılın, zamanın tüm boyutluluğunda öyle nanometrik (başka küçük ifade bilmiyorum) bir boyutu var ki, en bildiğimiz Marie Curie’yi, Herschel’i, Hypatia’yı, Nene Hatun’u ve çokçasını keza okumuş, dinlemiş ve saygı duymuşuzdur.

Peki ifade etmek için, zamanda çığır açmak illa gerekli midir?

Uyanmış ve bedelinin umurunda olamayacağı kadar tutkuyla peşinden gitmiş ve ifadeye ömür harcamış değerlilerin dışında diyorum aslında?

Sadece varoluşun, tek bir şey söylemesen de sıçrama yaratacak bir anlamı yok mudur?

……………..


Şimdi ifade etme yetisi olanları şu ortalama 65 yılda bunu yapamadıkları, yapmadıkları için döngüde yerlerini tekrar edeceklerini hisliyorum.

Her fırsatta, her arada, insanın kusurlu özünü hatırlayarak, onu en iyi yaptığı şeyi iyi niyetle yapmaya devam etmesine naçizane, kısıtlı, fakir bir akıl ve ruh olarak davet ediyorum.

İyi niyete tutunmayı, bir yaralı bacağa ve yüze, en azından bir uyku vakti öncesi deri olmayı dilemiş, kahrolmuş olanları önemsiyorum. 

Dilemiş ve hislemiş olmak da birazcık kırmaz mı?

Bilimin tersine.

İnsan olmanın kusurlu özüne tekabülen.

Benim gibi tembel, substantial given'ına ihaneten, duyan, hisleyen, oldukça akıllı (zeki diyemeyeceğim) bir kusurlu olmanın bilincinde, üstelik kendini bildi bileli gifted bir kelime sağanağı ile varoluşun merhametli ana rahminde arsızca zaman emen,

Biri için bile,

Gerçek şu ki: 

Yok.

Kırmaz.

"Hiç bir şey göründüğü gibi değildir" i anlıyor ve hasbıhal ediyorsan,

Bir cevaba cesaret edecek, aslında dahası dayanabilecek misin?

Öyle başliyor sanki en bildiğin yerden ifade etmeye başlamak.

...................

29 Mayıs 2020 Cuma

Uzaktan Sapıtma




-Kemal Bey, zaman çizelgelerini bu yönde revize edersek 56 bin zararımız olur. Öte yandan, asla kurumunuzu kandırmak ve yanlış beyanda bulunmak istemeyiz. Bir orta yolu çözümü bulmamız lazım, şimdi..  (Nazik, canını işine takmış, kadın, credible, bi karizması kesin var... Tam çözüm önerisine geçecem ki)

-AAAAAANNNEEEEEEĞĞĞĞĞ!

-Evet siz de haklısınız Zeynep Hanım. Şimdi acaba bunları %65 ceksek, ben de gece yönetime anlatsam diyorum.

-YA AAANNEEĞĞĞ KAKKAAM VARRRR DEDİĞĞĞMMM!

(‘Te allam! Oğlum telefonun içine sıçsaydın!)

-Öhöm..şey..Kemal Bey… çocuk bişey diyor da..sıkıldılar zaar, bi sn. bir bakayım hemen dönüyorum, babbasııııı!

(Nazik, ailekar)

-AAANNEEEĞĞĞ, SIKILMADIMMM, KAKAMIII SİLLLER MİSİN LÜTFEEEĞNNN!!! BABAM TUVALETTEEĞĞ!

18 aydır hatrı sayılır bir kurumdaki proje izleyicimizin zihninde biriktirdiğim imajımın vardığı yer…

………………..


-YÖK mevzuatına göre satınalmalarımız bu şekildedir hocam, tabii, isterseniz yazabilirsiniz rektör hocaya, evet…hı..hı prosedürümüz bu…

(Ciddi, net, cesur, aman yaz tabi kime istiyosan vız gelir tırs giderci, ama demir cinsinden nazik, açıklamalı)

Peki bir yandan ne?

Efendim, online derste yapılacak kuyruklu yıldızın simli kuyruklarını kesiyorum, 5 dk. sonra Yiit’in online dersi başlayacak, zoom ve si..mli kuyruklar hazır olmalı! 

Ay! Saat 9.30! Bir elimde telefon, diğer elimde makas, koşa koşa alt kata iniyorum! Makası fırlatıp, telefonun ağzını kapayıp, "Memoooo uyannnn, sabah toplantını kaçıracaksıınnnn" diye diğer elimle dürtüyorum! (Asla ben anırmadan uyanmaz.)

-Evet hocam, evet nedeni bu, YÖK mevzuatına göre üç teklif alınmalı, maalesef 12 bin TL lik bilgisayarı alıp, masraf beyan edemezsiniz, satınalmadan geçmeli, teklif alınmalı.

Memonun sırtına oturuyorum, satınalmadan geçmeli derken hopluyorum, uyansın diye!

Koşa koşa yukarı çıkıyorum. Aha, aypedi kapmış Yiğit! Gözümle en pislik bakışımı atıyorum!

-Rica ederim hocam, evet, anlayışınıza teşekkür ederim, tabi, evet, size de iyi bayramlar, ne demek.

Tirink tiriink! (Mesaj)

-Zeynep hanım merhaba, banka şifresi bolkelenmiş te, rica etsem bankayı arayabilir misiniz? Fatura ödenmiş mi bakayım acil.

Bankayı arıyorum.

-Evet anamın evlenmeden önceki soyadının soktuğumun harfi v, evet, hı hı, 28.04.1981.

Ay yine annemden önce uyanıp, kahvaltıyı hazırlayamadım. Dur şu yumurtayı kırayım bari.

-Rica ederim size de iyi çalışmalar.

-Aaanneğğğ, ben yumurta yemiycem, bana tost yaaağp!

Ananem gelir o anda.
-Gızım bak, anan yorulayo, buralara bu gada gırıntı dökmeyin!

Dur anane, ben şu şifreyi Sevil’e vereyim, kırıntıya bakacam.

Bıt bııt! (Whatsup)

-Zeynep ben şimdi BIGG toplantısındayım, hakem diyor ki, niye bu kadar az personel harcaması yaptınız! Hiç böyle bir durumda kalmamıştım! Hemen acil tekrar değerlendirebilir misin?

-Oğlum, çorabını giy, yağmur yağıyo, dün bütün gece öksürdün! (sıfır uyku)

Bıt Bııt!

-Hocam çok afedersiniz de neyi yeniden değerlendireyim? Baktığınız verileri görmüyorum ki? Projenizin yürütücüsünden gelen adam.ay lara göre maliyet hesaplıyor, ödüyorum ben. Rica etsem şöyle şöyle bir maili proje yürütücünüze atar mısınız? Arkasından ben takip edip, bir analiz göndereyim size.

-Çok teşekkürler işareti.

Ekmek boğazıma dizildi.

Memo, güzel sofraya kalkmış, mağmur, espri yapıyor.

Ben gülmüyorum.

Bana kızıyor çok streslisin, ne var bu kadar diye.

Ona kızacak vaktim yok.

Yiğit’i giydirmeli, bulaşıkları kaldırmalı, yatakları toplamalı, arada bilmem kaç kişiye daha nazikçe cevap vermeli,  Yiit'i  okuma ödevini yaptırmalı, hayat bilgisi dersinde yanında durmalı, yatakların altını silmeli, pazara gitmeli, komşuya gülümselemeli, ekibi anlamalı hoşgörmeli, ananenin ayağına batan tırnağını çıkarmalı, Yiğit’i sürekli dizginlemeli, alınan şeyleri dezenfekte etmeli, kirlileri ayırmalı, bulaşıkları ortada bırakmamalıyım.

Tabi, bütün bunlar arasında da hesap yapmalı, kontrol etmeli, asıl işime odaklanmalıyım.
………………

Bu uzaktan çalışma sürecinde saçı beyazlamayan bir tane beyaz yaka, çocuk  ve benzeri sahibi kadın varsa dişimi kırcam!

Şikayeti, niyeti iyilere salıp, sağalacaz ki şükür gerçek olsunJ



17 Nisan 2020 Cuma

Cennet hakikaten o kadar yukarıda ve sonra mıdır?


Yazıyı yazarken utanmamaya karar verdim.

Çünkü şu an henüz sağlıklıyım.

Hiç bir yakınımı kaybetmedim.

Cehennem, kulaklarım ve gözlerimde kaldı.

Henüz gerçek içre yanmadım.

Gelirim var, daha önemlisi işimden çokça razıyım.

Çocuğum ve ailem, içeride sakin...sağlıklı…birlikte.

……..

Endişem…şöyle ayağa kalkıyor! Tori Amos...Sirens!

Korkuyorum. 
…….

-Ay ben niye şunu yapamıyorum! Öyle olması lazımdı da böyle oldu! Ay çatlıycam, böyle yapamıyorum, bak hazır vaktim var şöyle yapiim.

-Kuşum!
-He!

-Odağımız sağlıklı kalmak ve stresi aza indirecek şekilde bu günleri geçirmeye odaklanmak. Yıllardır yapamadıklarımızı bu pandemi dönemine sığdıramayız…relax..zorlama...

Bazılarının notası yok.
Dahi…yapamayanı..yapan değil miydi?

Onlar benim hayatımda var.
Şimdi cennet buradan başlamıyor mu?

…....

Kapitalizmin sikip attığı hızlı, kanıtlanabilir, diplomatik ve gerekirse cadaloz hayatlarımızda,

Pek tabii oyunu kurallara uygun oynarken, (bi de hala buna hayret edip kendini zeki sananlar var)

Geri planda,

Varoluşun zeka ve ruhuna susamış adelelerimizin,

Birbiri ile karşılaşmışlığından çekinen,

Kendini mesafesinde, var olduğu yer ile hala tanımlayanlar var.

…..

Dip, ve bence bir tanımı ile de covid olabilir,

Yoksunluğu,

Basitçe aslında çokça kıymetli bir yoksunluğu,

Yani nefes alma zorluğunu beynimize zerkettiği için,

Dikildiğimiz yerde,

Aslında neye sahip olduğumuzu,

Yani cennet ve cehennemi,

Burnumuzun köküne kadar sokuyor.

Şimdi cenneti anlayamayanın,

Sanırım, yarın soluk alamazken tutunacağı bir şeyi olmayacak.

…….

Bu nedenle;

Annem sabah kahvaltısı hazırlamak için sabahın köründe kalktığında yüzünü yıkarken duyduğum su sesi,

Ananemin çamaşırlarımızı katlarken kendi kendine ettiği küfürlerin ritmi,

Oğlum arka odada kocamın göğsünde uyurken ikisinden çıkan eğri büğrü horultular,

Bu horultuların cennetsel kokuları,

Dostlarımın çıplacık endişe, korku ve sonunda bilge ve taze neşeleri,

Hala bir soruya cevap olabilmek,

Suçlu suçlu güneşin batışını izlerken hala bir etle, ruhla dolabildiğime şükredebilmek,

Sonunda oğluma varabilmek,

Elimi uzattığım yerde doyumlu bir etle, ruhla, naiflik ve merhametle, güç ve neşe ile karşılaşabilmek,

Başlı başına yiyebilmek ve besleyebilmek örneğin,

Her neyse o, evde olabilmek.
…….

Peki cennet nerededir?
Hakikaten o kadar yukarıda ve sonra mıdır?
….

Görünen o ki,

Hikayenin bir yerinde, ne kadar şanslı olsak da, sandığımızdan yakın bir zamanda ciddi bir nefes darlığı çekebiliriz.

İşte o zaman bu cevabı hatırlayıp,  var gücümle tutunabilmek dileği ile…